TEB 37 DÖNEM 2. BÖLGELERARASI TOPLANTI (ADANA) KONUŞMA METNİ

Değerli Meslektaşlarım;

Bu bölgelerarası toplantının yarınlarımıza ilişkin kaygılarımızın tartışıldığı, ortak aklın öncülüğünde geleceğimize ilişkin kararların alındığı bir toplantı olmasını diliyorum.

Oda yöneticilerinin, delegelerin, duyarlı eczacıların katıldığı Büyük Kongreden sonra en yetkili organımız olan Bölgelerarası toplantımızın beklentilerimiz doğrultusunda gerçekleşmesini umuyorum. İnsanların buluştuğu, anıların tazelendiği hoş bir toplantının ötesine geçerek eczacı kamuoyunun beklentileri doğrultusunda çalışmalar yapılması ve kararlar alınması öncelikli beklentimizdir.

Bu toplantının Merkez Heyetinin başarılı olduğu çalışmalarının övüldüğü, başarısız uygulamalarının eleştirildiği, merkez heyetinin kendisine destek veren odalar tarafından savunulduğu, muhalif odalar tarafından sadece eleştirildiği bir toplantı olmaması için hepimizin katkı vermesi ve her türlü fedakârlığı göstermesi gerektiği kanaatindeyim.

Bu kürsüden çok saygı duyduğum bu nitelikli topluluğa akıl vermek, ders anlatmak, felsefe kitaplarından cımbızla alınmış kelimelerin etrafında dolanarak anlaşılması zor tespitlerle gündemi işgal etmek amacında değilim.

Geçmişimizi ve kendimizi sorgulamadan, hatalarımızdan ders çıkarmadan sorunlarımızın çözümünü içeren yeni projeler üretebilme şansımız yoktur.  Meslek örgütümüz içerisinde özeleştiri mekanizmasını yeterince işletemediğimiz kanaatindeyim. Size yanlış yaptığınız söylendiği zaman kendinizi sorgulamayı denemek, karşınızdakinin ne söylediğini anlamaya çalışmak ve hata yapmış olabileceğinizi kabul edebilmek,  sizleri küçültmez aksine başarıya ve doğruya yönlendirir. Örgütte görev yapan herkes gibi elbette bizlerin de eksiklikleri, hataları olmuştur. Ama bizlerin olası eksik yaptığı bazı şeyler TEB yöneticilerine yanlış yapma hakkını vermez. Bizim onları eleştirme hakkımızı ise asla elimizden alamaz.

Bizler, hatalarından ders almayı bilen, kendisini sorgulamaktan asla kaçınmayan ve sürekli kendini yenilemeye çalışan bir anlayış içerisinde olduk. Kabul edelim ki çoğumuzun kafamıza yerleştirilmiş belirli hayat biçimleri var. Ama hayat bize bunlardan farklı şeyler sunduğunda, hevesimiz kırılıyor, şaşırıp kalıyor ve kendimizi bir şekilde hedefimize ulaşamamış gibi hissediyoruz. Bu durum doğal olarak üzerimizde baskı yaratıyor.

Bizler, eczacılık alanında yaşananları,  örgüt yapımızı sorguladığımızda, söylemlerimiz ve itirazlarımızda çoğu zaman azınlıkta kaldığımızı, yalnız olduğumuzu fark ediyoruz. Yalnız ve azınlıkta olduğumuzu anladığımızda ise bu düşünce bizi geleceğimiz anlamında dayanılmaz bir karamsarlığa sürüklüyor ve doğal olarak görüşlerimizi sorgulatıyor. Hatanın bizde olup olmadığını sorguluyoruz. Bu durum denizde fırtınanın ortasında bir sandalda olmak gibidir. Bağırsanız da sesinizin duyulmayacağını biliyorsunuz. Ama bu noktada bile çözüm, çoğunluğa katılmak, düzenin çarklarına uymak, yani adapte olmak değildir.

Başarılı olmak, sorunlara çözüm bulabilmek için yenilenmek gereklidir.

Yeniden başlamak, yaşamak ve mücadele etmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Yenilenmenin cesaret istediğini, yürek istediğini biliyoruz. Geçmişini inkâr etmeden, köklerinden orijin alarak geleceğe uzanmanın tek yolu budur. 

Büyük Kongre’de ifade ettiğim gibi, eczacılığın sorunlarını sadece “Sürekli değişen SUT, çalışmayan MEDULA, ilaç fiyat indirimleri, yapılan reçete kesintileri, zamanında alınamayan paralar veya tasvip etmediğimiz bir SGK protokolü” olarak algılama yanlışına düşmemeliyiz. Dolayısıyla da Eczacılığın kurtuluşunu kozmetik, dermokozmetik, mamalar ve diğer ilaç dışı ürünler gibi kısır ve geçici çözümlerde arama hatasına düşmemeliyiz.

Daha büyük düşünerek,  kalıcı ve uzun vadeli projeleri hayata geçirme hedefinde olmalıyız. Mesleğimizin de meslek örgütümüzün de asıl ihtiyacı ve sizlerden beklentisi budur. Yoksa eczacılık mesleği ile ilgili olumsuz bir gelişme yaşandığında açıklamalar yaparak kamuoyu oluşturmaya çalışmak sizleri sorumluluklarınızdan arındırmaz. Çünkü sizler, şikâyet makamında değil sorun çözme makamındasınız.

Bazı uygulamalarda da artık yöntem değişikliğine gidilmesi gerektiği düşüncesindeyiz: Örneğin, sistem çalışmazsa ilaç vermeyiz yaklaşımını bugüne kadar içimize sindiremedik bundan sonra da böyle bir anlayışın içinde olmayacağız.

İnsanlara sağlık hizmeti sunmakla kutsanmış bir mesleğin mensupları olarak ekonomik kayıplarımızı gerekçe göstererek insanları sağlıksız bırakmayı yöntem olarak benimseyemeyiz. Her ne kadar bu söylem kamuoyu oluşturmak amacı ile kullanılıyorsa da bunun kabul edilebilir olmadığını söylemek durumundayız. Dönem dönem, vatandaş ile bizleri karşı karşıya bırakmaya çalıştığı için şiddetle eleştirdiğimiz siyasi iktidara karşı aynı yöntemle sonuç almaya çalışmanın ne kadar tutarlı ve etik bir davranış olduğu tartışmaya açık bir konudur.

Kriz yönetimi konusunda yetersiz kalmamız, olayların gelebileceği noktalar karşısında herhangi bir B planına sahip olmamamız kısacası kendi çözümümüzü üretemiyor olmamız bu tür çelişkili uygulamalara imza atmamıza neden olmaktadır.

Sayın Merkez Heyeti Üyeleri;

Vizyonunuzu, siyasi iktidarların tavrına göre şekillendirmek yerine, mesleğimizin bekası için projeler üretmek ve bu projeleri hayata geçirmek üstüne kurmalısınız. Sizler, gardını aldığını düşünen bir boksör edasında, kendisini tamamen karşıdan gelecek uygulamalara endeksleyen ve tüm stratejisini buna göre planlayan bir anlayışı kendinize ilke edinmişsiniz. Bu anlayışınız, Türkiye’nin en güçlü meslek örgütü olan Türk Eczacılar Birliği’nin felsefesine kesinlikle uygun düşmemektedir. Bizler, hem mesleğimizin hassasiyeti hem de meslek örgütümüzün gücü nedeniyle sağlık sektörünün mihenk taşlarından biriyiz ve buna yakışır bir şekilde temsil edilmeyi hak ediyoruz.

TEB’in harekete geçmesi ve eczacılıkla ilgili gerçek anlamda bir şeyler üretmesi için siyasi iktidarların mesleğimizle ilgili kabul edemeyeceğimiz bir söylem veya eylemde mi bulunması gerekmektedir. 26000 eczacıyı temsil etme görevine talip olan insanların, mesleğimize ciddi derecede zarar verebilecek politikaları ve uygulamaları önceden sezebilecek öngörüye sahip olmaları gerekmektedir.

Ayrıca şu da kesinlikle unutulmamalıdır ki mesleğimiz açısından şu an içinde bulunduğumuz sessiz ve sakin süreç,  siyasi hesaplar sonucu ortaya çıkan sanal ve geçici bir dönemdir.

Umarız Sayın Merkez Heyeti bu süreci iyi yorumlayıp, ileride yaşanabilecek mesleki sorunların çözümü için gerekli projeleri üretir zira, genel seçim sonrası, eczacılıkla ilgili hayata geçirilmesi muhtemel senaryolar karşısında meslektaşlarımızın yalnız ve çaresiz kalabileceği yönünde ciddi endişeler taşımaktayız.

Sonuç olarak, siyasi iktidarla olan ilişkilerde diyalogla dayatmayı birbirinden ayıramayan, uzlaşma ile teslimiyet arasındaki çelişkiyi öngöremeyen bir yönetim anlayışının, eczacılığın sorunlarına kalıcı çözümler üretme noktasında başarısız olduğu açıkça görülmektedir.  

Sorunlarımız belli, içinde bulunduğumuz durum da yoruma yer bırakmayacak kadar ortadadır. Sayın Merkez Heyeti ile farklılığımız, sorunlarımıza çözüm üretme yönteminden, anlayışından ve iradesinden kaynaklanmaktadır.

Tek doğru çözüm; geleceği planlamak, günlük çözümleri bu plana uygun olarak üretmek ve uygulamaktır.

Eğer projeleriniz ve hayalleriniz varsa bu proje ve hayalleri uygulayacak yetenekte ekibiniz de olmalıdır. Eğer ekibiniz yoksa zaten hiçbir şey üretemezsiniz. Hayallerinizin ufku ne kadar geniş olursa olsun, projeleriniz ne kadar yaratıcı ve gerçekçi olursa olsun eğer siz dar kadro anlayışında ısrarlı iseniz başarılı olma şansınız yoktur.

Bizim temel sorunumuz yapısallıktır. Tanımlamadır.

Mevcut eczane, eczacılık ve ilaç sistemi ile varlığımızı sürdürmenin imkanı kalmamıştır.

Bu nedenle, bir kez daha altını çizmek istiyorum ki; Çağdaş, bilimsel ve evrensel gerçekler ışığında eczanenin, eczacının ve ilacın tanımını yeniden yapmalıyız. Statükocu yapıdan arınmamız ve kendi ezberimizi bozmamız zorunluluk haline gelmiştir.

Kendimizle yüzleşelim; küçük burjuva yaşantımızla insanları sağlık emekçisi olduğumuza inandıramayız. Sorgulayalım kendimizi; eczanelerimizde nasıl bir sağlık hizmeti üretiyoruz. 

Dönem,  restorasyon, tadilat, onarım vb uygulamalar dönemi yani geçici çözümler dönemi değildir. Artık mesleğimizle ilgili bazı şeyleri yeniden inşa etme zamanı gelmiştir.

Bu bağlamda 30 Eylül-3 Ekim 2010 tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz Eczacılık Kongresi bir minik kıvılcım olarak kabul edilebilir. Konu başlıkları ve konuşmacılar anlamında gerçekten içeriği dolu, amacına uygun bir kongre planlandığı düşüncesindeyiz. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.

Ancak; kongreye davet edilen iki sayın bakanın konuşmaları ve bu konuşmalar karşısında meslektaşlarımızın sergilediği tavıra değinmeden geçmenin doğru olmadığı düşüncesindeyiz. Bir ülkenin Başbakanı çıkıp “Amerika’da olduğu gibi marketlerde ilaç satma modeli üzerinde çalışıyoruz, hazırlıklarımız tamamlanmak üzere” diyecek, sonra aynı hükümetin sağlık bakanı “ilacı eczacı satacak diyecek” ve bizler avuçlarımız patlayana kadar alkışlayacağız.

Tehdit ve dayatmayı yaşam biçimi haline getiren Sayın Çalışma Bakanı, reçete hatalarından “artık” hekimlerin de sorumlu tutulacağını söyleyince yine aynı alkış tufanı. Anlamakta güçlük çektik üzüldük.

Eğer bir ülkenin iki sayın bakanı kongremize katılıp açılış konuşması yapmak nezaketini gösteriyorsa, konuşmalarının bitiminde nezaket alkışına kesinlikle itirazımız olamaz. O alkış, töremizin, terbiyemizin ve misafire saygının gereğidir.

Ancak, gerek söylemleri gerekse icraatları ile kendi siyasi anlayışını örgütümüze hakim kılmaya çalışan ve bu yolla bir mesleği ve meslek örgütünü yok etmeyi amaç edinen bir siyasi iktidarın temsilcilerine karşı tavrımızın çok daha tutarlı olması gerektiği kanaatindeyiz.

Umarız bu tavır, meslektaşlarımızın içinde bulunduğu çaresizlik ve umutsuzluk girdabının bir göstergesi değildir ve bundan sonraki mücadelemizde bizleri olumsuz etkilemez.

Değerli Meslektaşlarım; İçinde bulunduğumuz süreci değerlendirirken son yıllarda ülkemizde meydana gelen bazı olumsuz gelişmeleri hatırlamakta fayda olduğu kanaatindeyim.

Önce tütün üretimi daraltıldı, ardından 29 Aralık 2009 tarihinde  “Tütün Fonu”  sıfırlandı.  Böylece yabancı tütün ve sigara ithal edenlerin maliyetleri azaltıldı. Sonuç olarak dünyaca ünlü Türk tütününün piyasası öldürülmüştür.

Bilinçli ve kademeli olarak şeker pancarı üretimine sınır konuldu.  Dolayısıyla şekerde fiyatın yükselmesiyle ithalata zemin hazırlanmıştır. Bu uygulamada asıl hedeflenen nişasta bazlı şekeri piyasalara hakim kılmak ve uluslararası şirketlere kapı açmaktır.

                        5 Temmuz 2009 tarih ve 27289 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan fındık kararnamesi ile toplamda 109 bin hektar dikili fındık alanı yok sayıldı. .Fiskobirliğin yetersiz kalması sebep gösterilerek devreye sokulan TMO bir süre sonra devreden çıkarıldı ve sonuç olarak fındık serbest piyasa şartlarına bırakıldı. Az sayıda alıcı çok sayıda üretici olduğu bugünkü durumda çiftçi korumasız ve çaresiz bırakılmıştır.

 

Birilerine hazırlatılan Çay Kanun Tasarısı ile ÇAYKUR devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Çay üretimi ve pazarları yabancı çay tekellerine teslim edilmek istenmektedir.

            Kuş gribi salgını söylemleriyle pastörize sıvı yumurta sektörü oluşturulmuş, bir gecede bir kararnameyle birlikte birilerinin çocuklarının faaliyet alanı olan pastörize yumurtanın KDV’si düşürülmüştür.

            19 Eylül 2010 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan ve et ithalatına izin veren Bakanlar Kurulu kararı ile birlikte gümrük vergilerinde çok büyük indirimler yapıldı. Bu uygulamalar hayvancılıkta bundan böyle tamamen dışa bağımlı ve ithalata dayalı bir politika uygulanacağının belirtilerdir.

            Resmi Gazete’nin 6 Ekim 2010 tarihli sayısında yayınlanan “Bazı Tarım Ürünleri İthalatında Tarife Kontenjanı Uygulanması Hakkında Karar”a göre, 31 Aralık 2010’a kadar 2 bin 500 ton süt ve krema, 2 bin ton tereyağı gümrüksüz ithal edilmesi öngörülüyor. Burada dikkat çekici ve ibret verici olan süt ithalatına izin verilmesidir. Bilindiği kadarıyla Türkiye ilk kez süt ithalatına izin vermektedir. 

                        Bütün bu politikaların, Henry Kissinger'in " Bir ülkeyi ele geçirdiğinizde o ülkeyi yönetirsiniz ancak gıdayı ele geçirdiğinizde ise o ülkenin tek tek kişilerini yönetirsiniz" sözünü doğrular nitelikte olduğu açıkça ortadadır.

 

            Bu ülkede Sağlık Bakanı doktor açığını giderebilmek için, Tıp fakültelerinin kontenjanlarının artırılması, yeni açılan tıp fakültelerinin hızla canlandırılması, yurt dışına tıp öğrenimi için öğrenci gönderilmesi ve yabancı uyruklu doktor çalıştırılabilmesi imkânının sağlanmasının düşünüldüğünü açıklıyor.

            İlaç sanayisi çoktan dış güçlere teslim edildi.

            Sıra ithal eczacıya geldi diye düşünürken temin koşulları şüpheli yabancı ülke diplomalarına “özel” sınavlarla denklik verilmeye başlandı.

            Yani anlaşılacağı üzere; tarım ve hayvancılık ülkesi olan ülkemiz dışa bağımlı hale getirildi, yeraltı kaynakları yapancılara peşkeş çekildi, doğal SİT alanları HES lerle yok edildi ve cumhuriyetin kazanımları özelleştirme adı altında peşkeş çekilmiştir.

            Değerli Meslektaşlarım; geldiğimiz durum şudur ki; 1919 da temeli atılan Cumhuriyet bugün kurtarılmaya muhtaçtır,

            Mustafa Kemal; "Arkadaşlar ilk kez Samsun' a ayak bastığım zaman bana kalp kuvveti veren vatandaşlarımın en önünde Trabzonluların bulunduğunu asla unutmayacağım. Sakarya Büyük Savaş alanında Üçüncü Tümen ile yetişen Trabzon evlatlarının savaş alanında gösterdikleri fedakârlıkların kıymetli hatırası daima dimağımda menkuş olarak kalacaktır.” Demiştir. Trabzon şehri içinse; Cumhuriyet şehri tanımını kullanmıştır.

            Mustafa Kemal’i Samsun’da karşılayarak O’na kalp kuvveti veren bir neslin torunları olan Trabzon Eczacı Odası Üyeleri olarak;

            Ne pahasına olursa olsun Cumhuriyete ve onun temel değerlerine sahip çıkacağımızı; Ülkemiz ve mesleğimiz adına verilecek her türlü mücadelede, emperyalistlere karşı kahramanca savaşan atalarımız kadar kararlı olduğumuzu, yılmadan usanmadan mücadeleye devam edeceğimizi açıkça ifade ediyorum.