TEB 38 Büyük Kongre Konuşması

 

Öncelikle Trabzon Eczacı Odası olarak Van ilinde meydana gelen deprem sonrasında yaşanan insanlık dramı nedeniyle bölgedeki vatandaşlarımızın acısını paylaşıyor, ölenlere rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Bölgeye yardıma koşan tüm eczacılarla da gurur duyduğumuzu ifade etmek istiyorum. Ancak burada bir noktanın altını çizmek istiyorum ki, her depremden sonra hiç ama hiç ders alınmadığını ve devletimizin burada bir kez daha sınıfta kaldığını içimiz acıyarak izledik. Her ne kadar deprem için doğal afet denilse de yaşananlar doğanın değil insanın suçudur. Rant uğruna, siyasal hırs uğruna göz göre yaşanan bir trajedidir. Doğanın hiçbir suçu yoktur. Deprem yüzyıllardan beri vardır ve var olmaya devam edecektir. Deprem olgusunu bile bile önlem almadan bina yapanlar ve buna bilerek göz yumanlar insanlık suçu işlemektedirler.

Ne acıdır ki aynı coğrafyada uzun yıllardır bir başka dram daha yaşanmaktadır. Aslında o dramın da sorumlusu doğa değil insandır. Sorumsuz, ilgisiz, bilgisiz ve gerçekleri görmezden gelen yaklaşımdır. Her gün ülkenin dört bir yanındaki evlere kor ateşler düşmektedir. Ölen her insan bu vatanın evladıdır. Çocuğunun ateşi 37 nin üzerinde çıkınca hastane kapılarına düşen, doktor peşinde koşan, bir elinde derece diğer elinde ıslak bez, yanında ateş düşürücü ile sabaha kadar gözyaşları ile ateşin düşmesini bekleyen anne ve babaların evine o çocukların cenazesi geldiğinde yaşananlara dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Yüzyıllardır aynı coğrafyada yaşamış kültürleri ayrıştırmak, ötekileştirmek, yok saymak doğru bir yaklaşım değildir. Ama doğru olmayan bir başka yaklaşım da insani gerekçelerin arkasına sığınıp, gerçek amaçlarını gizleyerek, uluslararası güç odaklarının taşeronluğuna soyunma yaklaşımıdır.

Herkesin bilmesi gereken bir gerçek vardır ki kan dökme yöntemi ile kimsenin amacına ulaşması mümkün değildir. Bizde ne dökülecek bir damla kan, ne de kimseye verilecek bir karış toprak vardır.

Ülkemizin içinde bulunduğu coğrafyada ve tüm dünyada, siyasal ve ekonomik krizler yaşanmaktadır. Arap baharı diye adlandırılan kandırmaca içerisinde, kurtarıcı gözüyle baktığımız Avrupa birliği ülkelerindeki ekonomik, siyasal ve sosyal krizler ile seyreden çıkar savaşları, dünyayı çalkantılı bir sürece götürmektedir. Ülkemiz ve doğal olarak biz eczacılar da bu süreçten ciddi biçimde etkilenmekteyiz. Ancak, yaşadığımız tüm sorunları globalleşme ve neoliberal politikalara bağlamak kolaycılığını da kabul etmemiz olanaksızdır. İşte böyle bir ortamda Büyük Kongremize hazırlanırken;  kısa bir süre önce, uzun süredir beklenen ve tüm uyarılarımıza rağmen yöneticilerimiz tarafından yok sayılan uygulamalar hayata geçirilmiştir.

2 Kasımda; Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı; Sağlık Meslek Birlikleri Kuruldu, Kamu hastane Birlikleri Yasası Çıktı, Türkiye İlaç ve Tıbbî Cihaz Kurumu yasası çıktı. Uygulamayı yapan kim? Gazete ilanları ile methiyeler düzdüğümüz Sağlık Bakanlığı. Biz ne yapıyoruz? Sessiz ve sakin bekliyoruz. Çünkü bunun sorumlusu globalleşme. 

05 Kasım da SUT da Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ yayımlandı; KKİ yükseldi, ilaç fiyatları düştü, eşdeğer bandı genişledi, fiyat farkları arttı. Biz ne yapıyoruz, sessiz ve sakin bekliyoruz. Çünkü bunun sorumlusu globalleşme.    Yapacaklarımızı da sessiz sinema oynar gibi, kulaktan kulağa metodu ile mahçup bir ifade ile anlatıyoruz. Örneğin yapılacak eylemlerin kulaktan kulağa yöntemlerle uygulanması gibi. Peki; sürpriz mi bu gelişmeler? Hayır.Tam bir yıl önce SGK ve ilaç sanayicileri bir protokol imzalayarak neler yapacaklarını kararlaştırdılar. Tarih 10 Kasım 2010. İlaç konusunda çok çok önemli kararlar alınıyor. TEB bu konuda taraf bile değil. TEB Protokole bile ulaşamıyor. Biz ulaştık Birliğimize hemen gönderdik. Ne diyor Protokol, hep beraber anımsayalım. En önemli maddesi: “eczanelere verilen ticari ıskontoların kamuya aktarılması konusunda çalışma yapılması.” İmzamız yok fark ödemeyiz diyen AİFD yalan söylüyor. Farkları ödeyeceğiz diye bu protokolde imzaları var. Ama Bizden ses selam yok.

 

Son yaşananlara Türk Eczacıları Birliğinden yapılan tek hamle acil bir SMS: “sakın stok yapmayın.” Zaten arife günü eczaneler 5 gün kapalı iken, biz bu beş günde hangi ilaçtan ne kadar stok yapsak diye kara kara düşünüyoruz. 24.000 eczacının zekâsının hafife alınmasını kabullenmemiz mümkün değildir. Lütfen bize bu muameleyi yapmayın.

            İşte bu ve benzeri nedenlerden dolayı bu kongreyi her kongreden daha fazla önemsiyoruz.

İşte bu nedenlerle bu kongrede alacağımız kararlar ve yapacağımız seçim hepsinden daha önemlidir diyoruz. 

Büyük kongrenin son günü seçim var. Daha öncekiler gibi bu büyük kongrenin de seçimin gölgesinde geçmesi beklenmektedir. Bu doğaldır. Ama en az bir o kadar da önemli olan bu kongrede alınacak kararlardır. Bugünümüzü ilgilendiren, yarınımıza ışık tutacak ve en önemlisi geleceğimizin planlanacağı kararlar burada alınmalıdır. Ortaklaşa alınmalıdır. Öneriyi kimin yaptığı değil önerinin içeriğinin önemsendiği bir büyük kongre ve çalışma sistemi gerçekleştirmeliyiz.

Türk Eczacıları Birliği’nin çok sayıda komisyonu bir o kadar da komisyon üyesi var.

Trabzon Eczacı Odasına sadece bir komisyonda davet yöntemi ile yer verildi. Yani, bize sorulmadan üyemiz davet edildi. Biz de elbette olur dedik. Ama o komisyon bir toplantı bile yapmadı. Elbette ki tüm komisyonlarda görev yapan arkadaşlarımın tamamı çok değerli arkadaşlarımdır ama, neden biz yokuz; merak ediyoruz. İşte bu noktada sizlerin de bu anlamdaki ötekileştirmeye bir kez daha dikkatinizi çekmek istiyorum. 

Hepimiz biliyoruz ki; komisyonlar çalışır, toplantı yapar, rapor hazırlarlar. Hazırlanan raporları öneri olarak merkez heyetimize sunarlar. Öneriler merkez heyetimizin uygun bulması halinde odalara gönderilir. Şimdi okuyacağım öneri merkez heyetimizce de kabul görmüş olmalı ki odalara gönderilmiş.

4 Aralık tarihli Merkez Heyeti yazımız; 5 Kasım tarihinde Yönetmelik değişikliği ile ilgili görüş sorduk, ”komisyon topladık ve komisyon görüşü Ektedir, görüşünüzü bildirin” şeklindedir. Aynen yazıdan okuyorum;

Komisyon önerisi Ek- Madde 1

a-)6643 sayılı Türk Eczacıları Birliği Kanunu ve kanuna bağlı yönetmelikle ilgili olarak tüm eczacı odalarının ve üyelerinin uymak zorunda olduğu genelgeler yayımlamakla, yetkilidir.

Lütfen, biri çıkıp bunun şaka olduğunu söylesin. Merkez Heyeti bir genelge yayımlayacak ve Odalar buna uymak zorunda olacak. Bu önerinin, Meclis açıkken kanun hükmünde kararname ile ülke yönetme anlayışından farkı nedir biri çıkıp bize anlatsın.

Gerçi Sayın Çolak 4.11.2011 TEB org tr. Sürece ilişkin değerlendirmesinde duruma açıklık getirmiş. Ve ben de bu Sayın Başkan’ın şimdi okuyacağım değerlendirmesini doğru buluyor ve altına imzamı atıyorum. “KHK’lar hükümete, aciliyet gerektiren durumlarda uzun yasama süreçlerini atlayarak belli bir alana özgü sınırlı düzenleme yapabilme imkânı veren hukuksal araçlardır. ……Söz konusu meselelere dair yasama süreçlerinde kapsamlı tartışmalar yürütülmeden, aceleye getirilerek KHK’lar ile düzenlenme yapılması; toplumun bugünü ve geleceği açısından birçok riski beraberinde getirmektedir.” Şimdi bir yandan eleştireceksiniz, öte yandan aynı yetkiyi isteyeceksiniz. Bu nasıl bir çelişkidir? Dikkatinize sunmak istiyorum.

Üyelerin ve odaların uyması gereken kuralları belirleyen yer genelgeler değildir. Burasıdır. Büyük Kongredir. Gelin kararları burada hep beraber alalım. Büyük Kongrenin iradesini yansıtan, eczacıların talep ve beklentilerini içeren bir çalışma ve yürütme programı burada belirlenmelidir.

Biliyoruz ki; her Büyük Kongreden sonra merkez heyeti bir çalışma kampına girer, program oluşturur. Bu program açıklanır, odalarla paylaşılır. Ancak; çalışma programlarının yürütme aşaması yapılmadığından bu çalışmalar amacına ulaşamaz. Hedef belirlerken; oturduğumuz yerden geleceğe bakmak değil, önce mevcut durumu saptamak, bu noktaya nasıl geldiğimizi belirlemek ve özeleştiri yaparak nerede hata yaptığımızı doğru saptamak gerekir.

Bu nedenlerle kongrede seçeceğimizi yöneticilerimiz çok, ama çok önemlidir. Yöneticilerimiz eczacılık alanındaki genel sıkıntıları bilmesinin yanı sıra eczanede var olan yangını yüreğinde hisseden insanlar olmalı. Elbette ki yönetici olacak herkesin kemoterapi kür tablolarını ezbere bilmesini kastetmiyorum. Ama Yöneticilerimiz; “medula sistemi çalışmıyor biraz bekler misiniz” dediğinizde; hastanın reçeteyi buruşturup suratınıza fırlatınca ne hissedildiğini bilen insanlardan oluşmalı. Hastadan, fiyat farkı, katılım payı ve muayene ücreti talep edildiğinde; ilaçları banko üzerine bırakarak, kapıyı çarpıp giden insanların arkasından bakanlardan olmalı. Bu ilacı artık ilgili uzman yazmalı” dediğinizde “her yerden alıyorum bir tek bu eczanede böyle denildiğinde” kafası allak bullak olanlardan olmalı. SGK parası yatınca gelen paranın o ayki çekleri karşılamaya yetmediğinde, yaşanan sıkıntıyı bilenlerden olmalı.

İşte bu yöneticilerimiz; çalışma programının hayata geçirilmesinde sonuç alıcı, amaca hizmet eden, gerçekçi yöntemleri tercih eden insanlardan oluşmalıdır. Yöneticilerimiz; Yaşadığımız her sıkıntının baş sebebi olarak globalleşme ve neoliberal politikaları gösterip kendilerinde hiçbir kabahat olmadığını iddia edenlerden olmamalıdır.

            Artık TEB çatısı altında, alışkanlıklar ve söyleve dayalı yöntemler terk edilmelidir. Karar alma süreçleri, benmerkezci lider anlayışı ile değil örgütün tamamının sürece katılmasının sağlanması ile hayata geçirilmelidir. Ve alınan kararlar; alanımızın tüm paydaşları ile, diyalog kültürü, müzakere yeteneği ve diplomasi anlayışı ile görüşülerek eczacı odaklı çözüm yolları bulunulmalıdır. Tehdit kültürü ve masadan kalkmaya endeksli görüşme yöntemi terk edilmelidir. Tehdit kültürü ile sektörle geldiğimiz nokta ortadadır. Masadan kalkmaya endeksli müzakere anlayışı ile 3 yıldır protokolü yenileyemediniz.

            Bizim binbir güçlükle koyduğumuz en önemli maddeyi işletemediniz.  Yani sağlık uygulama tebliğleri ile sözleşmedeki reçete karşılama ile ilgili hükümler değiştirilemez maddesini kastediyorum.

Örgüt Yöneticiliği; okul münazarası değildir, kişisel duygularını kıraathane üslubuyla anlatma yeri hiç değildir. Kıraathane üslubu ve mantığındaki, “adamlara ağızlarının payını verdik” böbürlenmesiyle bir adım yol alamadığımız gerçeği ortadadır.

Türk Eczacıları Birliği çatısı altında; ortak çalışma kültürü hayata geçirilmelidir.

Büyük kongre delegeleri karar alma sürecine dahil edilmelidir. Başkanlar Danışma Kurulu acil gündem olmasa dahi belirli periyotlarda düzenli olarak toplanmalıdır. Elbette ki başkanlar danışma kurulu merkez heyetine emredici tavır içinde olamaz. Örgütün genel beklentisini, öneriler paketini ve tabanın sesini merkez heyetine aktarır. Merkez heyeti ise alınacak kararı uygulamak değil ama değerlendirmek durumundadır.  Ancak Merkez Heyetinin de başkanlar danışma kurulunda alınan kararın neden uygulanmadığını gerekçeleri ile birlikte örgüte anlatmak zorunluluğu vardır.

Örgütün katılımcılığı derken bir önemli bulduğumuz konuyu paylaşmak istiyorum. 335 adet Büyük Kongre delegemiz var. Biz onlardan sadece Büyük Kongrede faydalanıyoruz. Seçim sürecini izlesinler, kongrede gelip oy kullansınlar. Sonra da iki yıl boyunca bu işlere karışmasınlar. Merkez Heyetini, Denetleme Kurulunu ve Yüksek Haysiyet Divanını seçme yetkisine, gerektiğinde olağanüstü kongreyi toplayıp görevden alma yetkisine sahip olacaklar, 26.000 eczacının uymak zorunda olduğu kararları alma yetkisine sahip olacaklar, ama kongreden sonra hiçbir süreçte yer almayacaklar. Bu doğru bir yaklaşım değildir.

TEB yapılanması ile ilgili olarak durum değerlendirmesi yaptığımızda mevcut durumdan uzaklaşarak; demokratik; merkeziyetçi bir yapı oluşturmamız zorunlu hale geldiği görülmektedir. Demokratik merkeziyetçilik iki karşıtın yani demokratlık ile merkeziyetçiliğin bir bütünüdür. Merkeziyetçilik olmadığı zaman anarşi, başıbozuk ve düzensizlik oluşur. Demokrasinin olmadığı merkeziyetçilik ise; örgüt içi burokratizmi, keyfiliği, durgunluğu, tasfiyeciliği, hantallığı, insiyatifin elden kaçmasını, yönetimlerin sorunlara yabancılaşmasını doğurur.

Örgüt içi demokrasinin göstergesi, üyelerin örgüt politikalarının belirlenmesinde ve kararların alınmasında aktif rol oynamalarıdır. Aşağıdan yukarıya yönelen yani üyeden ve odalardan gelen eleştiri, muhalefet ve önerilere açık olmalıyız. Bu çatı altında; tartışma ve eleştiri özgürlüğü ortamları yaratılmalıdır. Kuşkusuz bu tartışmalar; karşılıklı polemik ve rekabet, üstün gelme, hesaplaşma, haddini bildirme ve farklılıkları derinleştirme amacıyla yapılmamalıdır. Burada amaç; gerçeğin ortaya çıkması, doğrunun bulunması ve bulunan doğrunun uygulanması olmalıdır. Bu yöntemle yapılan tartışmalar, farklı görüşlerin çıkmasına yol açar. Düşünce ve görüş zenginliği yaratır, dinamizm ve coşku oluşturur. İçimizde var olan; yaratıcı potansiyeli ortaya çıkarır, katılımı artırır, yenilenme ve değişimi hızlandırır. Oysa bizde; konuşmalar değerlendirilirken, konuşmanın içeriği, verilmek istenen mesaj, yapılan eleştirilerdeki doğruluk payı hiç dikkate alınmaz. Olası eksiklikleri gidermek, yani eleştirilerden olumlu anlamda etkilenmek geleneği yoktur. Bizde oda yöneticilerinin konuşmaları hoşa gidenler ve hoşa gitmeyenler diye bir ayırıma tabi oldu. Hal böyle olunca da kürsü alanlar, kendi oda görüşlerini bildirmek yerine kendilerinden önce konuşanlara cevap vermek gibi bir yöntem geliştirdiler. Böylece toplantılar, kürsüler amacından uzaklaştı.

Çok eskiden adamın biri bir köye gelir, ahaliyi toplar der ki: "ben peygamberim". buna gülerler, hadi oradan derler. Adam devam eder, bana inanmıyorsunuz  ama ben gerçekten peygamberim. Peki derler bize bir mucize göster de inanalım senin peygamber olduğuna. Adam etrafına bakar, bir duvar vardır. Der ki ey ahali, bu duvar konuşsa dile gelse benim peygamber olduğuma inanır mısınız? İnsanlar birbirlerine bakarlar, tartışırlar sonra derler ki, evet duvarın konuşmasını sağlarsan, senin peygamber olduğuna inanırız. Çünkü duvarın konuşması mucizedir. Adam duvara döner ve bağırarak "dile gel ey duvar "der. Meraklı kalabalığın önünde duvar dile gelir. Derki: "sakın inanmayın bu adam peygamber değildir."
Ben dönüp sormak istiyorum sayın yöneticilerimize; siz de duvarın konuşabileceğine inanıyor musunuz? Peki; Konuşursa bile ne söyleyeceğini bilmiyor musunuz? Aklım havsalam almıyor, birlik yöneticilerimiz nasıl başarılı olduklarını düşünüyorlar anlamak mümkün değil. Tüm bu yaşadıklarımıza rağmen nasıl tekrar yönetime talip oluyorlar inanın bilemiyorum.

Yaşananlar ortadadır. Eczacılar mutsuz, yöneticiler mutsuz. Geleceğimiz kapkaranlık. Gelin hep beraber bir adım atalım. Önce örgütümüzü, çalışma anlayışımızı, çatışma anlayışımızı yeni baştan düzenleyelim. Dar kadrocu, statükocu anlayışı derhal terk edelim. Örgütü bir potada eritip güçlerimizi birleştirelim. Geleneksel seçim taktikleri ile; seçim kazanmak, seçim mühendisliği uygulamaları ile; delegenin, odaların; dolayısı ile de üyelerin iradesine ipotek koyma yaklaşımlarının bugüne kadar bizlere verdiği zararlar ortadadır.

Aklın önderliğinde; bilimin öncülüğünde hep birlikte çalışmalıyız. Geleceğe ilişkin iyimser ve kötümser senaryoları doğru okumalıyız. İyimserler ve karamsarlar arasında tercih yapmamız gerekmez. Herkese ihtiyacımız var. İyimserlere de ihtiyacımız var kötümserlere de. Biliyoruz ki; iyimserler uçağı icat ettiler, karamsarlar paraşütü.

Elbette ki bizlerin geleceğe ilişkin orta vadeli, uzun vadeli ve kısa vadeli hedeflerimiz var. Ama bizler; sizlere bu kürsülerden olur olmaz vaatlerde bulunmayacağız. Sihirli formüllerimiz var demeyeceğiz, 6 ayda bu mesleği düze çıkarırız gibi söylemlerimiz olmayacak. Hayatın gerçeklerinden bahsedeceğiz. Size tutamayacağımız sözler vermeyeceğiz.

Ama size vereceğimiz sözleri de tutacağız.

Size söz veriyoruz; Bu örgütü sizlerle beraber yöneteceğiz, size rağmen kararlar almayacağız, bir tek odamızı ve bir tek üyemizi ötekileştirmeyeceğiz, Türk Eczacıları Birliği çatısı altında biat kültürünü yok edip demokrasi kültürünü egemen kılacağız, başınızı yere eğdirmeyeceğiz.

Çorum Bölgeler arası toplantısında sizlerle paylaştığım ifadeleri son bir umutla; yineleyerek konuşmamı sonlandırmak istiyorum.

 

Bu salonda bulunan herkesi; kendi kendini sorgulamaya, özeleştiri yapmaya davet ediyorum. Zor günlerimizde omuz omuza mücadele ettiğim arkadaşlarıma sesleniyorum; daha ne kadar daha sessiz kalacağız bu duruma, eczacıların çığlıklarını ne kadar daha duymazlıktan geleceğiz. Meslek örgütümüzün an be an erimesine, meslektaşlarımızın ve arkadaşlarımızın birbirine duydukları sevgiyi ve saygıyı yitirmesine daha ne kadar seyirci kalacağız. Mevcut Merkez Heyetinden; eczacılığa katkı yapmasını ummaya devam mı edeceğiz. Umutsuzca oturup kara kara düşünmeye devam mı edeceğiz. Bugün; belki dibe vurmuş durumdayız,  Belki bugünümüz, meslek örgütümüzü emanet ettiklerimiz tarafından heba edilmiş olabilir, ancak şunu unutmamalıyız ki geleceğimizi kurtarmak bizlerin elindedir,  

Bugün itibariyle, yarını beklemeden, en kısa zamanda,  gereksiz ve zamansız kavga etmeyen, çözüm odaklı olan, tabanı temsil eden, kişisel ihtiraslardan uzak ve herkesin destekleyeceği bir yapı kurup, topyekun mücadeleye başlamalıyız. Bu güç her zaman bu örgütte mevcuttur.

Yeter ki, gözümüzü açık, alnımızı dik, irademizi sağlam tutalım. Bunu hepimiz çocuklarımıza borçluyuz.